"Ağrı Dağının doruğuna yakın bir yerlerde, güneybatı yamacında bir göl vardır, adına Küp Gölü derler. Bir harman yeri büyüklüğündedir göl. Som mavi bir sudur. Kuyu gibi. Kırmızı, keskin ışıltılı kayalıkların dibindedir. Her yıl bahar gözünü açar açmaz Ağrı Dağının tekmil çobanları gölün kıyısına gelirler, güneş damgalı kepeneklerini bakır toprağın üzerinde serip gölün kıyısında sıralanırlar, kavallarını çıkarıp doğan günle birlikte "Ağrı Dağının Öfkesi"ni gün batımına kadar birlikte çalarlar. Ağrı Dağı çobanları güzel kara kederli gözlüdürler. Uzun çok güzel parmakları vardır. Bazısının gür, altın sakalları dalgalanır. Küçücük bir akkuş çobanlar kaval çaldıkları sürece üstlerinde döner durur. Gün kavuşunca çobanlar karanlığa karışıp giderler. Ve tam bu sırada da tede dönüp duran akkuş gölün üstüne süzülüp iner, kanadını suyun som mavisine daldırır, sonra o da çobanlarla birlikte, karanlığa karışır. Kanadın değdiği yerde göl incecikten dalgalanır, ince dalgalar genişleyerek gelir, bakır kıyılara vururlar. Sonra, iri bir atın gölgesi gölün üstüne düşer, süzülür gider."
Yaşar Kemal
Ağrı Dağı Efsanesi
Her çocuğun bir hayali vardır. Kimi babasının o istediği oyuncağı alacağına, kimisi babasının bir gün çıkıp geleceğine hayallenir durur. O düşünceye rüyaya bel bağlar ve gününü gecesini belki uykusunu buna harcar. Dağcılar da böyledir. Hep en büyüğü ister, en zor olanı, en yükseği. Tüm yaşamları hep sınırlarını zorlayacakları en zor tırmanışa adanmıştır. Bu belki zirvedir belki de 8+’lık bir rota.
Bizim de bir hayalimiz vardı, ulaşabileceğimiz, bedenimizi en çok zorlayacağımız o güne hazırlanıp durduk her daim. O gün yaklaştığındaysa, aslında bu işin o kadar kolay olmadığına, hatta belki de bizim bu işin altından kalkamayacağımız düşünceleri sardı kazmalarımızı, kramponlarımızı. Yine de çıktık yola, sırtlandık çantalarımızı ve az gittik uz gittik, üşüdük, korktuk, yenilgiye yaklaştık kimi zaman ama yaşadık o Ağrı Dağı efsanesini.
Ekibimiz sağlamdı, liderimiz TDF 2. kademe eğitmeni ve dağ mihmandarı Mahmut GERS’ti. Ardından akademik danışmanımız ve hocamız Adem HASGÜL ve sırası ile EÜDAK kulüp başkanlığı görevinde yer almış diğer 3 kişi, Selçuk KILIÇ, Emir YÜKSEL, Selçuk DAĞLI. Özetle sağlam bir ekiptik. Peki ya malzemelerimiz?
Aylardan şubattı, haber bültenleri hava durumuna geçtiklerinde bizim evde bir sessizlik hâkim olurdu ve kar yüzünden kapanan köy yolu sayısı hep fazla gelirdi bize. Çetin geçiyordu kış, soğuktu hava ve yağışlıydı her daim. Hiçbirimizde kaz tüyü alt yada üst dış katman giysi yoktu. Ayakkabılarımızsa evet çok kış faaliyeti görmüştü, sayısız Erciyes, Süphan, Aladağlar ama hiç 5000 üzerinde hem de kışın ortasında denememiştik o botları. Uyku tulumlarımıza bile güvenemedik, çift aldık, ne de olsa 1-2 belki daha fazla gece 4000 civarında konaklayacaktık. Yine de hani deriz ‘eskiden bunlar mı vardı?’ Abdül Mecit Doğru, Muzaffer Erol Gez’de de bunlar yoktu ama Türkiye’ye dağcılığı bu kişiler bilimselleştirmişti hem de dağların ilk kış çıkışlarını gerçekleştirerek ve bizde güvendik genç yüreklerimize.
Belki de yaşamımızın en uzun ama en anlamlı otobüs yolculuğuna çıktık, gece yarı uykulu uykusuz bir bir geçtik şehirleri. En soğuğunu gördük, en buzlu asfaltları tükettik, gözümüz hep şehirlerarası otobüsün dijital termometresindeydi ve Erzincan’ın ortasında gecenin gündüze çaldığı vakit -25 0C’yi gösterdi bize. Olduğumuz yerde üşüdük, buz kesildik. Şehir merkezinde böyleyse 5000’lik dağ nasıldır diye.
Sonunda ulaştık Ağrı merkeze, gündüz hava idare ederdi. Biz de umutlandık. Devam etti otobüs yola ve tırmanışı gerçekleştireceğimiz Doğubeyazıt’a geldik. Şaşırdık, o nasıl bir havaydı öyle, ne beklerken ne ile karşılaştık ve inanamadık. Hava sıcaklığı sıfırın üzerinde 4-5 dereceydi. Şaşırdık, yerde kar bile yoktu. Kalacağımız otele yerleştik ve aç karınlarımızı doyurduk.
Doğubeyazıt sahip olduğu turizm potansiyelini en iyi şekilde kullanmaya çalışan bir ilçe. Yine de öngörülebileceği gibi terör nedeni ile bu potansiyel tam olarak kullanılamamakta. Şehir halkı anladığımız kadarı ile, dağdaki olaylara karşı, çünkü orada olacak herhangi bir kötü durum tırmanışa gelecek dağcı sayısını aşağı çeker. Bu çok iyi bence, aşağıdan beslenemeyen bir terörist grubu ne kadar etkili olabilir ki? Yine de talihsizlikler yaşanmıyor değil, bunun en yakın örneği kaçırılan ve bir süre sonra serbest bırakılan Alman dağcılar.
Tırmanış sabahı erken yol aldık, sağlam bir kahvaltının ardından. Araç dağın eteklerindeki köyün biraz üzerine çıkabildi ancak, sonrasında yükledik çantaları başladık yukarı çıkmaya. Hedefimiz 3800 m’deki kamp alanıydı fakat çantalar da ağırdı. 3200-3400 arasında 1 gece konakladık. Hava oldukça sıcak ve moral vericiydi. Yemeğimiz makarna ve bol vücut sıcaklığında sıvıydı. Gece sağlam birer uykunun ardından sabah benzin ocaklarımızla sımsıcak çaylarımızı içtik ve yolcu yolunda gerek çıktık yola. Hedef 4200 ama katırsız kamp yüküyle, karda bata çıka ancak 3800’e vardık. Kamp alanı kazdık zemini düzelttik ve kurduk çadırları. Akşam yemeğimiz salçalı-sarımsaklı-pul biberli bulgur ve bol içecekti. Bu sefer hava soğuktu ama rüzgâr yok denilecek kadar azdı. Sabah 5’te uyanacak ve tırmanışa başlayacaktık. Sabah oldu ancak ne yazık ki zamanı planladığımız gibi harcayamadık. Yola çıktık ancak geç. Rotaya girdik, bir süre sonra da kaya-buz kaplı patikadan ilerledik. Zaman da bizimle ilerledi. Anladık ki yola devam edersek gece geç vakte ve karanlığa kalacağız bu da bizim malzememizi oldukça zorlayacak ve bizi sıkıntıya sokacak bir durumdu, çünkü bir gün önce kamp atarken güneşin batmasıyla birlikte hava sıcaklığı 12-13 derece birden düşmüş, eldivenlerimiz ve botlarımız sıkıntı çıkartmaya çok yaklaşmıştı.
Vazgeçtik, 4900 m’den ekipçe geri dönüş kararını liderimiz verdi. Kamp alanına döndük. Hiçbir sıkıntımız yoktu. Üzülmedik fazla başaracağımızı biraz zamanımız olsa zirvede 5137 m’de soluyabileceğimizi çok iyi biliyorduk ama bu sefer olmamıştı. Artık dağın zevkini çıkarttık, çay yudumladık, çadır sohbetinin gözüne vurduk.
Döndük, mutluyduk, yenilmemiş ama yenememiştik de. Tadı damağımızda kaldı ve döner dönmez yeniden başladık planlamaya, en yakın fırsatta efsaneyi yeniden yaşayacaktık, hem de tüm benliğimizle.
Oradan bize şu dizeler kaldı;
Uzaklar vardır gezginleri çeker,
Ve bir gezgin bir kaçak uzakta olmalıdır.
Bir şey çekti bizi,
Güneşin yetmediği, yetişmediği, ısıtmadığı topraklardan geçtik.
Heyecanlıydık ve hatta endişeli, bir yol üstü çorbacısında yudumlarken çayımızı!
Aslında o kadar uzaktı ki;
Sandığımızdan çok daha yakındı bize… Ağrı…
Öz Urfa Gecesi,
inanılmaz güzel ve sıcak bir ortamda mükemmel ve ucuz lezzetler.
0472 312 07 02
Özcanlar Market.
0472 312 61 51
Berber ihtiyacı için,
Sıddık Söyler 0472 312 06 87
Görülmesi Gereken Yerler
İshakpaşa Sarayı İnsan Hakları Beyannamesi Heykeli
Dikkat Edilmesi Gerekenler
Kaçak çaylar alışılmış lezzetlerden çok çok uzak
Emir YÜKSEL
[email protected]