|
Sıfırdan 5137'ye, Ağrı DağıYazı ve Fotoğraflar : Sinan Tarakcı
Her şey Mayıs ayında Cem’in Ağrı Dağı ile ilgili hayalini anlatmasıyla başladı. Gerçi hala Cem için bir hayal ama bizim için gerçek . Cem, Hatice, Adem, Deniz ve ben gitmeyi kararlaştırdık.
Olayın şokuyla beklemeye geçtik. 20 Temmuz günü Alman turisler serbest kaldı. Bazı arkadaşlarımız dağın tırmanışlara tekrar açılacağı konusunda Ağrı valiliğiyle ve bölgedekilerle konuştu söylenen şuydu bu yıl artık dağ tırmanışa kapalıydı. Ağustos ayının ilk haftası biz planlarımızı Van ve çevresini gezmek şeklinde değiştirdik. Lakin yinede bir dağ tırmanışı yapalım fikrinden vazgeçmedik. 7 Ağustos günü hiç beklemediğimiz bir haber geldi dağ tırmanışa tekrar açılmıştı. 8 Ağustosta yerel bir turla konuşup turu ayarladık. Son dakikada turu ayarlamadan dolayı dağ tırmanışına giderken tek malzememiz ise el feneri ve bir mattan ibaretti.
10 Ağustos 2008: Pazar günü uçakla Van’a gittik ve aynı gün Doğubeyazıt’a geçtik. Yolda Tendürek dağının lav küllerinin olduğu geniş vadinin yanından geçiyoruz. Tek kelimeyle inanılmaz bir görüntü. Doğubeyazıt’a giderken Gemlikte şairin dediği gibi denizi göreceksin şaşırma ama ben dağı ilk gördüğümde şaşırmaktan ziyada bir korku başladı. Tanrım biz ne yapıyoruz. Ben böyle heybetli bir dağ beklemiyordum. Resimlerin aksine gerçek görüntüsü çok farklıydı.
11 Ağustos 2008: Sabah 0700 de yapılan kahvaltının ardında eşyalarımızı da alıp küçük bir minibüsle Ağrı dağının eteklerine yolculuğa başladık. Dağın eteklerinde yaklaşık 1700 metreden itibaren ilk kamp noktası olan 3200 metreye doğru hareket ettik. Minübüste giderken mümkün oldukça dağla göz göze gelmemeye çalıştım.
Direk olarak hissettiğimiz ilk şey havanın değişmesi ve yükseldikçe şartların zorlaşması. Ağrı dağı yapı olarak sönmüş volkanik bir dağ. Çevresinde ve üzerinde hiçbir ağaç veya benzer bir bitkiyi bulmak mümkün değil. Göreceğiniz tek şey kaya ve kum. Yaklaşık 6 saatlik bir yürüyüşten sonra ilk kamp noktası 3200 metreye vardık. İlk iş kamp yerinde çadırlarımızı kurmak oldu. Sonrasında yarın yapılacak zorlu 4200 yürüyüşü ile ilgili değerlendirme yaptık. Rehberimiz Zeki abiye abi ben zirveye tırmanışını yapabilir miyim? Bende o potansiyeli görüyor musun diye sordum. Zeki ağabeyin ve diğer arkadaşların dediği pek mümkün görünmüyor şeklinde idi. Birçok kişinin zirve yürüyüşünü 4800 metreden sonra hatta 5000 metrede bile bıraktığını ifade etti. Zirve yürüyüşünden sonra ne demek istediğini net bir şekilde anladım. Çünkü dağda belirtilen 100 metre sadece yükseklik gideceğiniz mesafe değil.
3200 kampında kalan sürede çevreyi gezip fotoğraflar çektim. Kampta İranlılar komşumuzdu. Dağcılığın İranlılar’ın ulusal bir sporu olduğunu burda öğrendim. Bir ara İran’lı bir bayan yanımıza gelip bizimle fotoğraf çekmek istedi. Devamında ben de iadeyi ziyarete gidip İranlı bayanla fotoğraf çektim. Sonrasında fotoğraf çekme faslımız komşularımızla yaklaşık 2 saat sürdü.
12 Ağustos 2008: Sabah gün ışığıyla uyanıp kahvaltı yapmamızın ardından çadırları toplayıp eşyalarımızı yüklenip 4200 metre kamp noktasına yürüyüşümüze başladık. 3200 dağda görebileceğiniz son yeşil ve düzlük alan. Sonrası sadece kaya ve yükseklere tırmandıkça daha da eğim artıyor. Yaklaşık 5 saatlik bir tırmanışın ardında 4200 metre kamp alanına vardık. Toprak bir alan olmadığından kayaların üzerine çadırları kurduk. Rehberimizin belirttiği olabilecek en iyi yere çadır kurduğumuz şeklindeydi. Dağın normal zamanında buralarda yer bulmak çok zormuş.
Akşama doğru ertesi gün yapacağımız zirve tırmanışıyla ilgili bir değerlendirme yaptık. Rehberimiz Zeki abi sabah 0200 kalkarız ve 0230 gibi de zirve yürüyüşüne başlarız dedi. Açıkçası dinlerken şaka yapıyor sandım, ciddiymiş. Zirve yürüyüşünün erken başlamasının sebebi sabah gün ışığıyla birlikte zirvede olmak ve buzulda şartların gün içinde en iyi olduğu saatlermiş. Bir de olası hava şartlarında bir değişim olduğunda aydınlıkta geri dönüş için daha fazla gün ışığında vakit olması.
Günün kalan süresinde yanımıza almamız gereken malzemeleri hazırladık. Özellikle 5000 metreden sonra ayakkabımızın altına takmamız gereken kramponları hazırladık. Gün içinde yine zeki abiye ben zirveyi görebilecek miyim? 5137 metreye ayak basabilecek miyim diye tekrar sordum? Sağolsun, beni takip et ben tempoyu sana göre ayarlayacağım zirveyi de göreceksin dedi.
Kahvaltının ardında ellerimizde ışıldaklarla kayaların üzerinde yürüyüşe başladık. Zeki abinin liderliğinde ve peşinde ben olmak üzere tek sıra olarak yürüyüşe başladık. Bu sırada gördüğüm ve takip etiğim rehberimiz Zeki abinin ayakları ve yerdeki kardı.
Asıl güzel ve etkileyici olan havanın aydınlanmasına doğru dağın gölgesinin ovaya yansımasıydı. Bu güne kadar çektiğim en güzel ve keyifli fotoğraflarımdan bir bu oldu. Soğuktan değil de bu görüntüden ürperdim. Fotoğraf makinemin bir bataryasıyla normal şartlarda 400–450 fotoğraf çekerken bu yükseklikte ancak 30 fotoğraf sonrası batarya bitti. Allahtan yanımda bolca yedek batarya olduğundan anı olmasının dışında fotoğraflıya bildim.
Ve tarihi an zirve. İşte orada ama kim gidecek. Durdum. Hadi son bir gayret batonda bir işe yaramıyor buzula batıp çıkmıyor. Sonra bizden birilerin zirveye ulaştığını gördüm. Son bir gayret ve işte zirve. İnanılmaz bir duygu bütün yorgunlukarın ve baş ağrısının sonu. Başımızda bir Ağrı vardı ve o Ağrı artık geçmişti çünkü biz o ağrının tepsindeydik. Tüm bu çabalar 10 dakika içindi. Bir tarafta İran, Ermenistan ve Türkiye üç ülkeyi aynı anda birden görebiliyorduk. Fotoğraf çekmemizin ardında ne yazık ki tipi başlayınca her taraf kapandı ve dağdan İran ve Ermenistan tarafını çekemedim ama olsun yinede zirvede birbirinden güzel fotoğraflar çekmiştim. Bu arada dağın her yerinde cep telefonu kapsam içinde benim telefonun şarj problemi olduğundan kimseyi arayamadım. Adem cep telefonuyla Cem’i aradı lakin ulaşamadı. Bak bu hayal değil gerçek diye.
14 Ağustos 2008: Günün ilk ışıkları çadırımıza vurmasıyla birlikte çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayıp dönüşe başladık. Önde Zeki abi harpten zaferle dönmüş bir ordu komutanı edasıyla ve peşinden biz. Mutluluktan nerdeyse Ağrı dağından uçup çayır çimene düştüm türküsünü söyleyeceğiz. Ne mümkün şakası bile adamı korkutuyor. Bu türküyü yazan belliki dağı bilmiyor. Uçsunda görsün çayır çimeni.
Yaylacıların çadırlarına uğradık ikramları olan ayran ve çaylarından içtik. Bir takım el işi ürünler satıyorlar. Bir kaç tane mecburen satın aldım ancak öyle bir kaç fotoğraf çekmek için ikna edebildim.
Devamında meteor çukuruna gittik. Türkiye-İran gümrük kapısı olan Gürbulak gümrük kapısının önünden geçtik. Türkiye-İran boru hattının geçtiği yerin yanından geçip bir iki askeri kontrol noktasını geçtikten sonra meteor çukuruna vardık. Söylenecek pek bir şey yok orda bir çukur var zamanında 60 metre derinliği varmış sonradan içi dola dola olmuş 30 metre. Dönüşte yine askeri kontrol noktaları. Birinde asker benim elimdeki fotoğraf makinesine bakıp basın mı diye sordu. Hayır bireysel dedim.
Sinan Tarakcı
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||