Fas her yeri açık hava müzesi olan bir ülke. Tek tek yapıları gezmeye gerek kalmaksızın akan hayatın içinde bile karşılaştığınız ve sizi 21. yüzyılda mı? dedirtecek derecede hayrete düşürecek görüntülerle karşılaşıyorsunuz. Her yönüyle bir açık hava müzesini andıran ülkede, iki arkadaşımla birlikte 8 gün geçirdik. Elimizden geldiğince her şehrine gitmeye çalıştık ama süremiz yetmedi. En büyük rehberimiz ise Lonely Planet’in Morocco kitabıydı. Kitabı Türkiye’de iken bir türlü bulamamıştık. Gezimizin üçüncü gününde Atlas Okyanusu kıyılarına yerleşmiş, surlarla çevrili bir liman kentinde bulduk, Essaouria’da.
Marakeş’e 175 km. uzaklıkta olan kente yaklaşık 3,5 saat süren bir yolculukla Marakeş’ten otobüsle gidilebiliyor, günde iki defa seferleri var, sabah ve akşam. Bizim için zaman çok kıymetli olduğundan otobüsü tercih etmedik. Araç kiralamak istedik benziniyle birlikte gidiş dönüş 600 Dirhem (yaklaşık 60 Euro) tutacaktı. Ülkede Grand Taksi denen araçlardan kiralanabiliyor, şoförüyle birlikte. Sıkı bir pazarlıktan sonra 700 Dirhem’e anlaştık. Üstelik bir de İngilizce bilen rehberimiz oldu. Tek şeritli geliş-gidiş yoğun bir trafiğin içinden gittik. Bu hızımızı oldukça yavaşlattı. Yol boyunca manzara harikaydı. Sağlı sollu boş ve verimsiz topraklardan geçtik uzun süre. Ancak fotoğraflardan görmeye alışık olduğumuz egzotik kum çölü değildi. Büyük su kütlesi ile kurak toprak parçalarının bu kadar birbirlerine yakın olmalarını kabullenmekte zorlanan beynim, bu coğrafyayı yaşadıkça daha çok tadına varıyordu. Yolda hepimizin en çok ilgisini çeken bomboş bir arazinin kenarında bir kulübe ve üzerinde hepimizin bildiği Coca Cola tabelası oldu. Hepimiz o kareyi ancak beyinlerimize kaydedebildik. Bütün ülkede yokluğunu hiç çekmeyeceğiniz yegane şey Coca Cola. Böylece çölün ortasında bunu da teyit etmiş olduk. Özellikle yerleşim yerlerine yaklaştıkça dikili alanlara rastladık. Rehberimiz bunların Argan Ağacı olduğunu söyledi. Dünya yüzeyinde sadece Fas’ın Güney Batısında yetişebilen meyveli bir ağaç ve uzunluğu 10 metreye kadar çıkabiliyor. Yemişlerine ulaşabilmek için de keçiler tarafından tüketilmesi gereken meyvelere sahip. Sebebini rehberimizin bize alışveriş için önerdiği kooperatifteki genç bayandan öğrenecektik. Argan Yağı öncelikle hayvanlar tarafından işleniyor. Bu yağı çok özel ve de pahalı yapan, yapımının son derece zahmetli olması. argan yağı ya da 'Fas'ın sıvı altını', büyük birer zeytini andıran meyvelerini yiyen keçiler, meyvenin ortasındaki yemişi sindirmeden çıkartıyorlar. Çiftçiler, bu yemişleri tek tek toplayıp, her bir yemişi bir taşla kırıp içindeki yumuşak çekirdeği çıkartıyorlar. Ardından çekirdekler kavruluyor ve yine elle öğütülüyor. Öğütülmüş çekirdekler suyla karıştırılıp, yağı çıkartılıyor. İki günlük çalışma sonucunda ancak bir litre argan yağı elde ediliyor ve 30 Kg. meyveden alınan 4,5 Kg. çekirdekten ancak bir litre yağ elde edilebiliyormuş. Eczacılıkta, mutfakta ve kozmetik ürünlerinde kullanılıyor. Berberiler argan yağı'nı afrodizyak olarak kullanıyor.
Kooperatifteki alışverişimizi tamamladıktan sonra yolumuza devam ettik. Fas eski bir Fransız sömürgesi olduğu için ülkede en çok eski Fransız arabalarına rastlıyorsunuz. En etkileyicilerinden birisine bu yolda rastladık. Özellikle iki kasabada, 1975 – 1980 yılları arasında üretilmiş olan, Peugeot 504 ve Reanult 4 marka araçlar her yerdeydi. O an 1970’li yıllardaydık, kasabanın dokusu, halkın geleneksel görünüşü ve o araçlarla bir anda 30 yıl geriye gidivermiştik. Adeta zaman makinesindeydik. Dönüş yolunda aynı heyecanla o kasabaları görmeyi bekledim ancak geç bir saatte döndüğümüz için o arabalar artık yollarda değildi. Hayal kırıklığı ile yolumuza devam ettik.
Güneşli terk ettiğimiz Marakeş’ten 175 km. ötede bizi bulutlar bekliyordu. Essaouria bizi yağmurla karşıladı. Tam güneşin battığı saatte kente varmamıza rağmen Atlas Okyanusuna yiten güneşi göremedik, yağmur bulutları izin vermedi. Kapalı havasına rağmen tekrar büyüleyici bir tarih sayfasındaydık. 15. yy’da Portekizlilerin egemenliğine geçen kentteki en büyük izleri Skala De La Ville tabyası . Okyanusun sert dalgalarına karşı kenti korumaya devam ediyor. Surların üzerinde bir zamanlar kentin güvenliğini sağlamak için yerleştirilmiş toplar dikkati çekiyor.
Şehre yeni yapıların arasından giriliyor, özellikle sahil kenarında lüks otellere rastlıyorsunuz. Güneye doğru uzanan kumsalıyla tam bir eğlence ve sayfiye şehri edasıyla karşılıyor sizi. Bizi ilgilendiren her zamanki gibi kentin Medinasıydı. Medina’ya Prens Mevlay El-Hasan Meydanından geçtikten sonra varıyorsunuz. Her şehrin eski yerleşim yerlerine medina deniyor. Şehrin turist çeken bölgeleri olduğu için medinalar yerel halk için çok önemli. Medinalar, modern yaşama ait belirtilere rağmen bir kaleyi andıran daracık sokakları, suklarıyla farklı bir yerleşim yeri olarak karşımıza çıkıyor. Yüksek duvarlı evlerin pencereleri de duvarları gibi yüksekte kalıyor. Hiçbir evin içini görmenize imkan yok. Evlerden de sokağı izleme imkanı yok. Bir kapıdan girdiğinizde dar bir koridordan sonra bir avluya çıkıyorsunuz, avlunun kenarından üst katlara çıkan bir merdiven var, avlunun içinde de ayrıca odalar mevcut. Essaouria’da diğer medinalardan farklı olarak bizi bembeyaz boyanmış cepheler ve mavi panjurlar bekliyordu. Tam da bir sahil kasabasına yaraşır şekilde estetize edilmiş. Gene dar sokaklar, gene suklar. Suklar alışveriş noktaları, daracık sokaklara sağlı sollu minik minik dükkanlar yan yana dizilmiş ve hediyelik veya günlük yaşam için gerekli her şeyi bulabiliyorunuz. En sıkı pazarlıkların gün boyu sürüp gittiği, hem turistler hem de yerel halk için gece yarılarına kadar alış-verişe imkan veren alanlar. Suklardan, Mardin’deki dar sokaklara dahi dudak ısırtacak darlıkta, diğer sokaklara geçiş yapılabiliyor, sokaklara giren birisini gözünüzle takip etmek istediğinizde yada peşine düşüp gittiğinizde bir müddet sonra gözden kayboluveriyor ve siz kendinizi tek başınıza bir çıkmaz sokakta buluveriyorsunuz.
Fenikeli gemicilerin, Kuzey Afrika'nın kıyılarında, kıtanın haritasını çıkarma çabaları içindeyken kurdukları bu liman, önce Romalılar, daha sonra da Portekizliler tarafından kullanılmış. XVIII. yüzyılda da Faslılar, büyütüp kendileri için önemli bir ticaret limanına çevirmişler.
Bugünki Essaouria 200 yıllık bir kent. Gösterişli ortamı ve büyüyen ünüyle Fas’ın en güzel uğrak yerlerinden birisi. Tarihi boyunca sanatçılar ve film yapımcıları buranın güzelliğine hayran kalmışlar.
Fas’ın tarihini araştırırken karşılaştığım ilginç anekdotlardan birisi ünlü yönetmen Orson Welles’e ait; 1952’deki Cannes Film Festivali’nde, Othello filmiyle Büyük Ödül’ü alınca Orson Welles, filmin hangi ülke adına yarıştığına karar vermesi gerekir. Filmin çoğu Fas’ta, Essaouira’da çekildiğinden, “Fas,” der ABD’li Orson Welles. Fas’ın bayrağını bulmakta, ulusal marşını çalmakta zorluk çeker film festivalinin Fransız düzenleyicileri.( 1 )
Sağlam surları, kuleleri, karışık dar sokakların arkasına saklanmış, beyaz boyalı evlerin sırasınca dizilmiş sütunları, dükkanları, sanat galerileri, yenilenmiş geleneksel evleriyle her bütçeye uygun gidilebilecek bir yer Essaouria. Alize olarak bilinen güçlü kıyı rüzgarlarıyla sörf için en iyi yerlerden de biridir.
Şehir el değiştirdikçe isim de değiştirmiş hep olduğu gibi. Portekizliler 15. yy.’da kenti ele geçirdiklerinde Mogador demişler, bir başka kaynağa göre Mogador Berberilerin verdiği isimdir, kent Portekizlilerden Araplara geçince Sultan Muhammed Bin Abdullah tarafından esir aldığı bir Fransız mimara tekrar yaptırılmış ve “iyi tasarlanmış” anlamına gelen Essaouria adını vermiştir. 1912’de Fransızların eline geçen kente tekrar Mogador adı verilmiş, 1956 yılında bağımsızlıklarını almalarıyla tekrar Essaouria olmuştur.
Rehberimizle meydanda buluşmayı kararlaştırmıştık. Dar sokaklardan meydana varınca okyanustan esen sert rüzgar karşıladı bizleri. Orucunu açmış olan rehberimizle birlikte kahvemizi yudumlarken geleneklerimiz üzerine bir sohbete dalmıştık bile. İki ay sonra evleneceğinden bahsedince merakla düğünlerin nasıl olduğunu sorduk. Kız isteme töreninden, kına gecesine kadar bir çok adetimiz ortaktı. Nasıl bir düğün yapacağını sorduğumuzda tek söylediği “Ben fakir bir adamım” oldu. Bu yanıt hepimize yetmişti. Yeni bir ev bile açamayacakmış, ailesiyle birlikte yaşamaya devam etmek zorunda kalacağından bahsetti.
Tekrar yolculuk vakti. Ertesi sabah çöle doğru yola çıkacağımızdan bir an önce Marakeş’e dönmeli ve dinlenmeliydik. Hakettiğinden çok daha az vakit ayırabildiğimiz Essaouria ile vedalaşamadan yollara düştük. Rehberimiz geleneksel berberi müzikleriyle, erken ayrılışın verdiği hüznümüzü aldı yol boyunca. Neşeli bir yolculuktan sonra Marakeşteydik. Camiül Fena meydanı her zamanki hareketliliği ile parlıyordu karşımızda.