|
Kuzey Ege Turumuz, Ağustos 2008Yazı ve Fotoğraflar : Özdem ÇelebioğluYemyeşil Doğa ve Kuzey Ege’nin Buz gibi SuyuSabah saat 05:00 civarı yola çıktık. Bu güzergahta arabamızla ilk kez yolculuk yapıyoruz. Arkadaşlarımızdan aldığımız tavsiye üzerine kahvaltı molamızı Bozüyük-İnegöl arasında yeşillikler içindeki Mezitler Mevkii’nde verelim dedik. Israrlı reklam tabelalarıyla dikkatimizi çeken dinlenme tesisi Atan Kardeşler’de durduk. Açıkhavada yemyeşil doğanın tadını çıkararak kaşarlı tostumuzu yedik, çayımızı içtik ve yolumuza devam ettik.
İnegöl civarındaki Ulusoy Outlet Park’ta ikinci molamızı verdik. Ulusoy Outlet Park’ın mola için iyi bir seçenek olduğunu duymuştuk, doğru olduğunu gördük. Öğle yemeği niyetine de burada yer alan Dağıstanlı’da mihaliç peyniriyle yapılmış karışık tostumuzu yedik, Susurluk ayranımızı içtik.
Ankara’dan başlayan uzun yolculuğumuzun sonunda nihayet Küçükkuyu’ya geldik. Öncelikle kalacağımız yeri ayarlamamız gerekiyordu. Sorduğumuz, telefonla aradığımız yerlerde ya oda yoktu ya da olan odalar bize uygun değildi. Sıcaktan beynimiz dönmüş ve umutsuz bir halde dolaşırken Atila Motel’i gördük. Boş oda varmış. Burada 2 gece kalmaya karar verdik. Odamıza yerleştikten sonra hemen denize koştuk. Kuzey Ege’nin buz gibi suyu bizi kendimize getirdi, yol yorgunluğumuzu aldı götürdü sanki.
Küçükkuyu sahili Otelde yediğimiz akşam yemeğinden sonra Küçükkuyu'nun merkezine gittik, limanda sahil boyunca yürüyüş yaptık. Lokma ve halka tatlısı alıp sahildeki kahveye oturduk ve çay eşliğinde tatlılarımızı yedik. Böylece, çılgın Küçükkuyu akşamlarında biz de yerimizi almış olduk. :) Buranın akşamını çok sevdik.
Acıbademli Türk Kahvesi ve Zeytin SütüAssos’a giderken önce Küçükkuyu’daki Adatepe Zeytinyağı Müzesi’ne uğradık. Bu müzeyi görmeyi çok istiyordum. Zeytinin; taneden zeytinyağına, zeytinyağından sabuna tüm serüvenini burada görmek mümkün. Eski bir sabunhane binası olan müze, yaşayan bir müze. Şu an gösterimde olan aletlerin bir kısmı, zeytin mevsiminde sıkım için kullanılıyormuş. Adatepe Zeytinyağı Müzesi
Adatepe Dükkan
Assos - Athena Tapınağı Daha sonra Assos’a doğru yola koyulduk. Zeytin ağaçlarının arasında yolculuk çok keyifliydi. Sahil boyunca devam eden yol bir süre sonra dağların eteklerini tırmanmaya başladı. Yolun sonunda Behramkale Köyü’ne ulaştık. Tepedeki Assos antik kenti harabeleri gezdik. Sonra nekropolis tarafına daha sonra da tiyatronun yanından aşağıya doğru yavaş yavaş Assos Liman’a ulaştık. Nekropolis’in olduğu yerdeki kalıntıları gezerken bir yandan da restorasyon çalışmalarının devam ettiğini gördük. Biraz ilerideki “Yüksekokul” tabelasını görünce şaşırdık. Restorasyonda görevli olan mimar arkadaş, “Aristo’nun okulu orası” diyerek bizi bilgilendirdi. Daha bir anlamlı baktım o bölgeye. Zamanında buralarda kimbilir ne felsefi çalışmalar yapılmıştı. “İnsan burada yaşarsa elbet filozof olur” diye geçirdim içimden. Assos - Nekropolis Assos Liman’da butik oteller, küçük oteller, kampingler ve küçük bir plaj var. Bir de köy kahvesi. Burada oturduk, dinlendik. Aromalı kahveleri görünce dayanamadım, acıbademli Türk kahvesini denemeye karar verdim. Tadı güzeldi, sekersiz olsa daha güzel olacaktı. Sade istememe rağmen şekerli olmasının sebebi, kuru kahvenin içinde şeker olmasıymış. Bunu satın aldığım bir paket acıbademli kuru kahvenin içindekileri okuyunca anladım. Benim gibi sade kahve tiryakilerini düşünüp aromalı kuru kahveleri şekersiz yapsalar ne olur sanki? Assos - Liman Assos’tan ayrılmadan önce gazetelere çıkan meşhur dondurmacı’dan balbademli ve sakızlı iki top dondurma aldım ve afiyetle yedim. Ailemizde dondurmaya düşkün olan kişi benim. Dondurmaların tadına bakmak vazifesi de haliyle bana düşüyor. :)
Akşamüstü dönerken Adatepe Köyü’ne uğradık. Köy meydanına geldiğimizde bizi tavuklar karşıladı. Kocaman bir meydan, ferah sokaklar, taşevler. Biz bu köyü çok sevdik. Köyün sokaklarında keyifle dolaştık. Ayaklarımız bizi Hüseyin Meral Zeytinyağı Evi’ne götürdü. Nerede olduğunu tam olarak bilmeden aradığımızı bulunca çok sevindik. Buradaki hanımla ayaküstü sohbet ettik. Özenle hazırladıkları zeytin sütünü anlattı bize. Dayanamadık, zeytin sütünden almaya karar verdik. Bir kalıp da zeytinyağlı sabun. Daha sonra, büyük şehirlerden uzakta, köyde yaşamaktan bahsettik. “Sokak lambalarını aramazsanız, yıldızların ışığı size yeterse... “ deyişi çok etkileyiciydi. Çocukluğumu hatırladım.
Adatepe köy meydanındaki Dut Dibi Kahvesi’nde oturduk, gözlemelerimizi yedik, ayranlarımızı içtik. Üstüne bir bardak yorgunluk çayım eksik kalmadı tabi ki. Adatepe öyle huzur dolu bir yer ki. Hiç ayrılmak istemedim.
Dut Dibi Kahvesi'nde gözleme ve ayran Küçükkuyu’ya dönerken Zeus Altarı tabelasını gördük ama altara ulaşmak için 10 dakika kadar yürümek gerektiği için vazgeçtik. Bugün iyice yorulmuştuk; “Bu da eksik kalsın, bir daha gelmek için bahanemiz olsun” dedik. Akşam yemeğinden sonra Altınoluk merkezine gittik. Küçükkuyu akşamlarını çılgın sanmıştım ama Altınoluk’u gördükten sonra sözümü geri almaya karar verdim. Çılgın Altınoluk akşamları demek daha doğru. Küçükkuyu çok sakinmiş meğer. Liman civarındaki Altınoluk sokakları adeta panayır yeri. Kalabalıkta yürümek zor. Yorgunluktan isyan eden ayaklarıma aldırmadan içimdeki meraklı alışveriş canavarına uyarak dolaştım durdum. Sonuç zaferle sonuçlandı, birşey almadım. :) Her yerin meşhur bir dondurmacısı var, Altınoluk’unki de rehberde yazılanlara göre; Vardar Dondurmacısı. Dondurma almak isteyen kalabalığa karıştım, tadımlık dondurmamı aldım ve afiyetle yedim.
Kokulu Bağ Gülü ve Zeytin Denizi
Mıhlı Çayı ve gizli şelalesi
Geldiğimiz yoldan geri dönüp Başdeğirmen Köprüsü yoluna saptık. Mıhlı çayı’na ulaştığımızda arabadan indik ve çay boyunca yürüyerek köprüye ulaştık. Başdeğirmen Köprüsü, Roma döneminden kalma tarihi bir köprü. Köprüden hemen önce çayın sol tarafında restore edilmiş Rumlar’dan kalma tarihi değirmen binası yeralıyor. Alis Harikalar Diyarı’nda misali kah köprünün üstünde kah aşağıda, kah tarihi değirmen binasında dolaştık, bol bol fotoğraf çektik.
Başdeğirmen Köprüsü Mıhlı Çayı’ndan ayrıldıktan sonra Kazdağı turumuz Tahtakuşlar ve Çamlıbel Köyü’ne doğru devam etti. Tahtakuşlar Köyü’nün girişinde yeralan Birleşmiş Milletler(BM) 1994 UNESCO Ödüllü Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi’ni ziyaret ettik. Beklentimizin çok ötesinde çok zengin bir galeriyle karşılaştık ve burada sergilenen herşey çok ilgimizi çekti. Galeride, Orta Asya’dan göç eden Türk boylarının çadırları, kıyafetleri ve eşyalarının yanısıra başka kültürlerden örnekler ve değişik sanat yapıtları da sergileniyor. Hiç boya kullanılmadan dokunmuş halılar ve kilimler çok ilgimizi çekti. Kullanılan yünler, değişik renklerdeki koyunlardan elde edilmiş. Hayran olduk, bakmaya doyamadık.
Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi'nde Türkmen Çadırı
Galerinin kurucusu Alibey Kudar’ın kendisiyle tanışamadık ama iki oğluyla tanışma ve sohbet etme şansımız oldu. Kendileri her ziyaretçiyle ilgileniyorlar, bilgiler veriyorlar. Burası, kesinlikle görülmesi gereken bir etnografya galerisi.
Galeride ayrıca bir de satış bölümü var. Burada çeşitli bitkisel ürünler, doğal malzemelerden yapılmış kolyeler, kitaplar, vb. hediyelik ürünler yeralıyor. Nazara karşı koruyan bir kolye, "Tatlılarda-Çay olarak sinirleri gevşetir-Fazla yağları atar" yazan etiketiyle dikkatimi çeken kurutulmuş kokulu bağ gülü, Kazdağı’nı anlatan Kazdağı Dünü-Bugünü (Sema-İskender Azatoğlu) ve araştırma niteliğinde olan Muatazmayinşatürta (M.Selim Kudar) adlı kitapları aldık. Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi'nin Satış Bölümü Tahtakuşlar’dan sonra Kazdağı’nın eteklerinde zeytin denizi içinde ilerlemeye devam ettik ve Çamlıbel Köyü’ndeki İdaköy Çiftlik Evi’ni bulduk. Buranın sahibi İskender Bey’le tanıştık. Bizi evine davet etti. Salondaki masada oturup sohbet ettik. İskender Bey’in “Kazdağı Dünü-Bugünü” adlı kitabını Tahtakuşlar Etnografya Müzesi’nden almıştık, hemen çıkarıp kendisine imzalattım. İdaköy'den Edremit Körfezi manzarası
Çamlıbel köyünde görmek istediğim başka bir yer de Zeytinbağı’ydı. Zeytinbağı, özellikle lezzetli mutfağıyla bilinen bir butik otel. Burayı daha sonraki gezilerimize bıraktık ve fazla vakit kaybetmeden yolumuza devam ettik. Altınoluk, Akçay üzerinden Ören’e, oradan da Burhaniye’nin Öğretmenler ve İskele mahallelerine geçtik. Meşhur Ören Plajları’nda denize girmeyi çok istememize rağmen kalacak yer bulamayınca planımızı değiştirdik ve Ayvalık’a doğru gitmeye karar verdik.
Taylıeli'nden Edremit Körfezi manzarası Taylıeli’nden ayrıldıktan sonra yolumuz Karaağaç’a yaklaşırken kayınvalidemlerin eski komşusu Nuran Hanım ve Salih Bey’lere uğradık. Torunları da vardı. Hep birlikte denize gittik. Akşam kalmamız konusunda ısrar ettiler, kıramadık ve misafir olduk. Güzel bir akşam geçirdik. Lezzetli bir akşam yemeği ve hoş sohbetleriyle bizi çok güzel ağırladılar. Kanaviçeli ve dantelli perdeleriyle evin en güzel odasını bize verdiler.
Denize Sıfır ve Kabak Çiçeği DolmasıNefis bir kahvaltıdan sonra Ayvalık’a doğru yola çıktık. Salih Bey ve Nuran Hanım, Gömeç’ten geçerken yolun solundaki Atatürk Kayalıkları’nı kaçırmamamızı söylemişlerdi. Oradan geçerken pür dikkat kesildik, Atatürk Kayalıkları’nı gördük. Kayalıkların şekli gerçekten Atatürk’ün yüz silüetine benziyor.
Kaptan Otel'de balkonumuzdan manzara Dönerken ana cadde üzerinde Çiğdem Abla’nın eczanesini gördük. Daha doğrusu eczanenin adından dolayı tahmin ettik, içeride onu görünce doğru tahmin ettiğimizi anladık. Çiğdem Abla, arkadaşımız Ekrem ve Esma’nın ablası. Tesadüf bu ya Esma ve eşi Ahmet de Ayvalık’taymış. Akşam, onların anne ve babası - Yıldız Teyze ve Fikret Amca’yı evlerinde ziyaret etmek üzere sözleştik. Öğleden sonra denize girmek için Sarımsaklı’ya gittik.
Koruk Suyu ve Sakızlı Türk KahvesiSabah denize nazır bir kahvaltıdan sonra elimizde Ayvalık'ta küçük bir tur başlıklı internet çıktısıyla Ayvalık merkezdeki eski Rum evlerinin bulunduğu sokakları keşfettik. Burada anlatılan Palabahçe Sokak’taki kahve’de koruk suyu içtik. Nefisti. Kahvenin sahibiyle sohbet ettik. Bize kahvede asılı olan, sokağın eski halinin fotoğrafını göstedi. Şu an yarı yıkık durumda olan karşıdaki evin eski halinin ne kadar güzel olduğundan bahsetti. Elimizdeki yazıyı gördü, buradan okuyarak kendisini bulduğumuzu söyledik. Yazıda kahvesinden ve koruk suyundan bahsedildiğini okuyunca çok mutlu oldu ve bu yazının bir kopyasını istedi. Fotokopi çektirip getireceğimize söz verdik, o da teşekkür olarak birer koruk suyu ikram edeceğini söyledi. İkram edecek olması değil bunu düşünmüş olması bile çok ince bir davranış. İnsanımız ne kadar içten, ne kadar konuksever.
Turumuz Gazi İlköğretim Okulu’na kadar başarıyla devam etti. Sonrasında tarif edilen kahveyi de bulduğumuzu sanıyorum ama gerisini getiremedik. Karnımızın acıktığını farkedip Ayvalık tostu yemek üzere Tanşas’ın yanındaki büfelere gittik. İlk defa yediğimiz Ayvalık tostunu çok beğendik.
Hava çok sıcak olduğu için otelimize gidip biraz dinlenmeye karar verdik. Öğleden sonra tekneyle Cunda Adası’na gittik. Sahil boyunca gezdik, ara sokaklara daldık, eski Rum evlerinin ve butik otellerin arasında dolaştık. Taksiyarhis Kilisesi’nin oraya dek gittik.
Cunda Adası - Taş Kahve'de otururken
Deniz kenarında yeni yapılan gemileri gördük, ara sokaklarda hediyelik eşya satan tezgahların arasında dolaştık. Taş Köşe'de isli leblebi satıldığını duymuştum. Burayı buldum, isli leblebi istediğimi söyleyince “Girit leblebisi mi?” dediler. Daha önce yiyip yemediğimi sordular ve tadına bakmam için ikram ettiler. İsli leblebi diye aklımda kalan leblebi, Girit leblebisiymiş ve çok sert birşeymiş, hani sonradan aldığıma pişman olmayayım diye baştan söylüyorlar. Diş kıracak cinsten ama tadı çok hoşuma gittiği için birazcık aldım. Taş Kahve’de oturduk, sakızlı Türk Kahvesi içtik. Tabi ben üstüne bir bardak da çay içtim. Yoksa iki miydi? Taş Kahve’nin içinde de fotoğraflar çektik. Meşhur ada lokmasından yedik. Aykut bu lokma tatlısını çok beğendi.
Taş Kahve
Hafif yağmur atıştırmaya başladığını görünce akşam yemeğimizi Cunda’da değil de Ayvalık’ta yemeye karar verdik. İlk tekneye atlayıp Ayvalık’a döndük. Akşam yemeğimizi Denizkestanesi’nde yedik. Burası, kaldığımız otelin birkaç sokak otel ötesindeydi. Mezelerimiz lezzetliydi. Ben mezelerle doymayı planlamış ve balık istememiştim. Servisin yavaş olması nedeniyle ara sıcak papalina’mızı iptal ettik. Aykut’un balığı ise bayağı bir geç geldi.
Nefis Börekler ve Nefis KurabiyelerAyvalık hakkında fikir sahibi olmak için 2 gece kalmamız yeterli oldu diye düşünerek Sarımsaklı’ya geçmeye karar verdik. “2 gece de Sarımsaklı’da kalalım, biraz dinlenelim, denize girelim çıkalım” istedik. Ayvalık'tan ayrılmadan söz verdiğimiz fotokopi işini hallettik. Fotokopiyi kahveci amcaya götürdük. Kendisi yoktu, kahvedeki birine bıraktık. Daha sonra da alışveriş yaptık. Deniz kenarında öğlen yemeği sefası için Börekçi Mustafa'nın nefis böreklerinden ve Yeni Güler Pastanesi'nin zeytinyağlı nefis kurabiyelerden tadımlık üç beş tane aldık. Ankara'ya götürmek üzere de Elvan Kuruyemiş ve Kurukahve'den kendi çektikleri ve sakız ilave ettikleri kahveden, halin içindeki peynirciden keçi peyniri, sepet peyniri ve yeşil zeytin aldık. Daha sonra aklımıza Kabakum’da bizi misafir edecek olan Hülya Abla geldi ve kendisine kahvaltılık zeytin götürmek istedik. Otelimize yakın bir mağazadan (Cömert) onun için de zeytin aldık. Alışveriş ve fotokopi bahanesiyle Ayvalık’tan ayrılmadan önce kısa bir Ayvalık turu daha atmış olduk.
Sarımsaklı'da bir gün önce gözümüze kestirdiğimiz apart otelde yer bulamadık. İşletmecisinin tavsiyesi üzerine başka bir motele gittik. Çok içimize sinmese de sıcakta kalacak yer arayıp durmak istemedik ve burada kalmaya karar verdik. Odamıza yerleştikten sonra denize gittik. Aykut’a göre deniz çok güzeldi, buz gibi su insanı ferahlatıyordu. Ben nedense o gün çok üşüdüm ve denize çok zor girebildim. Halbuki soğuk denizi severim. Belki de güzelim plajdaki sigara izmaritlerini gördükçe sinirlendiğim için denize bile girmek gelmedi içimden bilemiyorum. Biz ne zaman adam oluruz? diye geçirdim içimden... Çevremizi kirletmemeyi, doğal güzelliklerimizi korumayı öğrendiğimiz zaman. Akşam panayır alanına dönüşen sahil boyunca dolaştık. Sarımsaklı akşamları en az Altınoluk akşamları kadar çılgındı.
Sessiz Kraliçe ve Dik Antik Tiyatro
Pergamon Bergama'ya geldiğimizde öncelikle Bergama Müzesi'ni gezdik. Daha sonra Pergamon Antik Şehri'ni, tuğlalardan yapıldığı için Kızıl Avlu olarak bilinen Mısır Tanrıları Tapınağı'nı ve sağlık merkezi Asklepion'u gezdik.
Asklepion
Asklepion
Yemeğimizi ev yemekleri yapan Köyevi adlı şirin bir lokantada yedik. Bergama'nın tarihi güzellikleri görülmesi gereken yerler listesinde muhakkak yeralmalı. Özellikle Pergamon Antik Şehri ve bu şehrin dik antik tiyatrosu hafızalardan silinmeyecek güzellikte.
Pergamon - Antik Tiyatro Bergama'dan sonra Kabakum’a geçtik. Hülya Abla bizi iki gece misafir etti. Hülya Apart Otel diyorum, Aykut düzeltiyor, otel değil butik otel. Tertemiz banyo ve tuvaletiyle Hülya Abla'nın evi bize ilaç gibi geldi. Akşam yemeği menümüz; salçalı makarna, cacık, mangalda köfte ve tavuk. Yemek sonrası da Ayvalık’tan aldığımız sakızlı Türk kahvesi. Hülya Abla sakızlı kahveyi beğendi.
Deniz ve Soğuk ÇorbaSabah kahvaltıdan sonra Dikili, Bademli, Yahşibey ve Denizköy’e doğru yola koyulduk. Bademli’de köyün içinden geçerek sahile ulaştık. Arabadan inmedik ve Denizköy yoluna doğru devam ettik. Denizköy’e doğru ilerlerken bir anda gitmekten vazgeçip geri döndük ve Bademli üzerinden Yahşibey’e uğrayıp Dikili’ye geri geldik. Dikili Halk Plajı’nda şemsiye ve şezlong kiralayıp denize girdik.
Akşamüstü Kabakum’a döndüğümüzde Hülya Abla’nın oğlu Arda gelmişti. Çay ve bisküvi ziyafeti çektik kendimize. Sonra da ben, Aykut ve Arda Kabakum’un deniz kenarı olan Polyak Sitesi’nin plajına gittik. Akşamüstü deniz çok güzeldi. Akşam yine mangal keyfi yaptık. Aykut mangal işinde giderek ustalaşıyor. Arda da ona yardım etti. Yardım mı etti yoksa ocakbaşı keyif mi yaptı? Tartışılır. Arda bizi çok eğlendirdi. :) Bu akşam mangalda sucuk da var. Nefis. Öncesinde de soğuk çorba. Eline sağlık Hülya Abla. Sizinle geçirdiğimiz keyifli Kabakum günlerini sevgiyle hatırlayacağız.
Odun Köftesi ve Cimcim Çeşmesi
Bal-Kaymak ve Sucuklu Yumurtaİstikamet Ankara, yolumuz uzun. Sabah serinliğinde yola çıkalım diye erkenden yola koyulduk. Kahvaltımızı Afyon İkbal Tesisleri’nde yaptık. Benim isteğimle bal-kaymak, Aykut’un isteğiyle sucuklu yumurta, yanında da kahvaltılık peynir, zeytin ve domatesle mükellef bir kahvaltıydı. Sucuğumuzu, lokumumuzu alıp yola devam ettik. Kaç gündür konar göçer halde yaşadıktan sonra inanması zor olsa da akşamüstü Ankara’da evimizdeydik.
|
||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||||