foto15.jpg
Biz Kimiz, Hakkımızda Fotoğraf, Fotoğrafçılık Dağcılık Doğa Yürüyüşleri, Trekking, Gezi Doğa, Çocuk ve Doğa, Ağaç Türleri, Böcekler ve Bitkiler Bisiklet, Parkurlar, Yazılar, Anılar Sponsorlar İletişim

Çocuğumla Doğadayız Çocuğumla Doğadayız

E-Posta:


   

Ana Sayfa > Trekking ve Gezi > Anılar



Kuzey Ege Turumuz, Ağustos 2008

Yazı ve Fotoğraflar : Özdem Çelebioğlu

ozdem_kuzeyege04small.jpg
ozdem_kuzeyege05small.jpg
ozdem_kuzeyege06small.jpg
ozdem_kuzeyege07small.jpg

ozdem_kuzeyege15small.jpg
ozdem_kuzeyege16small.jpg
ozdem_kuzeyege18small.jpg
ozdem_kuzeyege19small.jpg

ozdem_kuzeyege21small.jpg
ozdem_kuzeyege23small.jpg
ozdem_kuzeyege03small.jpg

Yemyeşil Doğa ve Kuzey Ege’nin Buz gibi Suyu 

Sabah saat 05:00 civarı yola çıktık. Bu güzergahta arabamızla ilk kez yolculuk yapıyoruz. Arkadaşlarımızdan aldığımız tavsiye üzerine kahvaltı molamızı Bozüyük-İnegöl arasında yeşillikler içindeki Mezitler Mevkii’nde verelim dedik. Israrlı reklam tabelalarıyla dikkatimizi çeken dinlenme tesisi Atan Kardeşler’de durduk. Açıkhavada yemyeşil doğanın tadını çıkararak kaşarlı tostumuzu yedik, çayımızı içtik ve yolumuza devam ettik. 

 

İnegöl civarındaki Ulusoy Outlet Park’ta ikinci molamızı verdik. Ulusoy Outlet Park’ın mola için iyi bir seçenek olduğunu duymuştuk, doğru olduğunu gördük. Öğle yemeği niyetine de burada yer alan Dağıstanlı’da mihaliç peyniriyle yapılmış karışık tostumuzu yedik, Susurluk ayranımızı içtik. 

 

Ankara’dan başlayan uzun yolculuğumuzun sonunda nihayet Küçükkuyu’ya geldik. Öncelikle kalacağımız yeri ayarlamamız gerekiyordu. Sorduğumuz, telefonla aradığımız yerlerde ya oda yoktu ya da olan odalar bize uygun değildi. Sıcaktan beynimiz dönmüş ve umutsuz bir halde dolaşırken Atila Motel’i gördük. Boş oda varmış. Burada 2 gece kalmaya karar verdik. Odamıza yerleştikten sonra hemen denize koştuk. Kuzey Ege’nin buz gibi suyu bizi kendimize getirdi, yol yorgunluğumuzu aldı götürdü sanki. 

 

 

Küçükkuyu sahili

 

Otelde yediğimiz akşam yemeğinden sonra Küçükkuyu'nun merkezine gittik, limanda sahil boyunca yürüyüş yaptık. Lokma ve halka tatlısı alıp sahildeki kahveye oturduk ve çay eşliğinde tatlılarımızı yedik. Böylece, çılgın Küçükkuyu akşamlarında biz de yerimizi almış olduk. :) Buranın akşamını çok sevdik.

 

 

Acıbademli Türk Kahvesi ve Zeytin Sütü 

Assos’a giderken önce Küçükkuyu’daki Adatepe Zeytinyağı Müzesi’ne uğradık. Bu müzeyi görmeyi çok istiyordum. Zeytinin; taneden zeytinyağına, zeytinyağından sabuna tüm serüvenini burada görmek mümkün. Eski bir sabunhane binası olan müze, yaşayan bir müze. Şu an gösterimde olan aletlerin bir kısmı, zeytin mevsiminde sıkım için kullanılıyormuş. 

 

 

 Adatepe Zeytinyağı Müzesi 


Müzede Adatepe ürünlerinin satıldığı bölüm olan Adatepe Dükkan'a da uğradık. Burada ben kendimi kaybettim. Zeytinyağı şişeleri ve tenekeleri, en az tadı kadar çekiciydi. Refika’nın resmi ile süslü bu ambalajların albenisine kapılmamak mümkün değil. Adatepe Dükkan’da sadece zeytinyağı değil, zeytine dair pek çok ürün satılıyor; zeytin ezmesi, zeytin ağacından yapılmış eşyalar, buzdolabı süsleri, mutfak önlüğü, zeytin ve zeytinyağı için kaplar, Refika’lı tepsiler... Buradan zeytinyağı ve lavantalı zeytinyağı sabunu aldık. 

 

Adatepe Dükkan

 


Assos’a doğru giderken yanlışlıkla Yeşilyurt köyü yoluna girmişiz. Farkettiğimizde köye çok yaklaşmıştık. Asıl planımız burayı Assos dönüşü gezmekti ama hazır gelmişken geri dönmeyip şimdi gezelim dedik. Arabamızı köy meydanına parkedip köyün sokaklarında dolaştık. Çeşmesinden su içtik. 

 

 

Assos - Athena Tapınağı

 

Daha sonra Assos’a doğru yola koyulduk. Zeytin ağaçlarının arasında yolculuk çok keyifliydi. Sahil boyunca devam eden yol bir süre sonra dağların eteklerini tırmanmaya başladı. Yolun sonunda Behramkale Köyü’ne ulaştık. Tepedeki Assos antik kenti harabeleri gezdik. Sonra nekropolis tarafına daha sonra da tiyatronun yanından aşağıya doğru yavaş yavaş Assos Liman’a ulaştık. Nekropolis’in olduğu yerdeki kalıntıları gezerken bir yandan da restorasyon çalışmalarının devam ettiğini gördük. Biraz ilerideki “Yüksekokul” tabelasını görünce şaşırdık. Restorasyonda görevli olan mimar arkadaş, “Aristo’nun okulu orası” diyerek bizi bilgilendirdi. Daha bir anlamlı baktım o bölgeye. Zamanında buralarda kimbilir ne felsefi çalışmalar yapılmıştı. “İnsan burada yaşarsa elbet filozof olur” diye geçirdim içimden. 

 

Assos - Nekropolis

 

Assos Liman’da butik oteller, küçük oteller, kampingler ve küçük bir plaj var. Bir de köy kahvesi. Burada oturduk, dinlendik. Aromalı kahveleri görünce dayanamadım, acıbademli Türk kahvesini denemeye karar verdim. Tadı güzeldi, sekersiz olsa daha güzel olacaktı. Sade istememe rağmen şekerli olmasının sebebi, kuru kahvenin içinde şeker olmasıymış. Bunu satın aldığım bir paket acıbademli kuru kahvenin içindekileri okuyunca anladım. Benim gibi sade kahve tiryakilerini düşünüp aromalı kuru kahveleri şekersiz yapsalar ne olur sanki? 

 

Assos - Liman

 
 

Assos’tan ayrılmadan önce gazetelere çıkan meşhur dondurmacı’dan balbademli ve sakızlı iki top dondurma aldım ve afiyetle yedim. Ailemizde dondurmaya düşkün olan kişi benim. Dondurmaların tadına bakmak vazifesi de haliyle bana düşüyor. :)

Assos Liman’tan ayrıldıktan sonra denize girmek için Kadırga Koyu’na geçtik. Sahilde halkın kullanımına açık ücretsiz soyunma kabinleri ve duşlar olması bizi sevindirdi. Rahat rahat duşumuzu alıp üstümüzü değiştirebildik. Soğuk deniz sevenler için deniz çok güzeldi. Kadırga Koyu’nu çok sevdik. "Burada da kalabilirmişiz" dedik. Bir dahaki sefere buralara geldiğimizde Kadırga Koyu’nda kalmaya karar verdik.

  


Adatepe Köyü   

 

Akşamüstü dönerken Adatepe Köyü’ne uğradık. Köy meydanına geldiğimizde bizi tavuklar karşıladı. Kocaman bir meydan, ferah sokaklar, taşevler. Biz bu köyü çok sevdik. Köyün sokaklarında keyifle dolaştık. Ayaklarımız bizi Hüseyin Meral Zeytinyağı Evi’ne götürdü. Nerede olduğunu tam olarak bilmeden aradığımızı bulunca çok sevindik. Buradaki hanımla ayaküstü sohbet ettik. Özenle hazırladıkları zeytin sütünü anlattı bize. Dayanamadık, zeytin sütünden almaya karar verdik. Bir kalıp da zeytinyağlı sabun. Daha sonra, büyük şehirlerden uzakta, köyde yaşamaktan bahsettik. “Sokak lambalarını aramazsanız, yıldızların ışığı size yeterse... “ deyişi çok etkileyiciydi. Çocukluğumu hatırladım. 

 

Adatepe köy meydanındaki Dut Dibi Kahvesi’nde oturduk, gözlemelerimizi yedik, ayranlarımızı içtik. Üstüne bir bardak yorgunluk çayım eksik kalmadı tabi ki. Adatepe öyle huzur dolu bir yer ki. Hiç ayrılmak istemedim.

 

  

Dut Dibi Kahvesi'nde gözleme ve ayran

 

Küçükkuyu’ya dönerken Zeus Altarı tabelasını gördük ama altara ulaşmak için 10 dakika kadar yürümek gerektiği için vazgeçtik. Bugün iyice yorulmuştuk; “Bu da eksik kalsın, bir daha gelmek için bahanemiz olsun” dedik.  

Akşam yemeğinden sonra Altınoluk merkezine gittik. Küçükkuyu akşamlarını çılgın sanmıştım ama Altınoluk’u gördükten sonra sözümü geri almaya karar verdim. Çılgın Altınoluk akşamları demek daha doğru. Küçükkuyu çok sakinmiş meğer. Liman civarındaki Altınoluk sokakları adeta panayır yeri. Kalabalıkta yürümek zor. Yorgunluktan isyan eden ayaklarıma aldırmadan içimdeki meraklı alışveriş canavarına uyarak dolaştım durdum. Sonuç zaferle sonuçlandı, birşey almadım. :) 

Her yerin meşhur bir dondurmacısı var, Altınoluk’unki de rehberde yazılanlara göre; Vardar Dondurmacısı. Dondurma almak isteyen kalabalığa karıştım, tadımlık dondurmamı aldım ve afiyetle yedim. 

 

Kokulu Bağ Gülü ve Zeytin Denizi


Otelimizden ayrıldıktan sonra Mıhlı Çayı Şelalesi’ne doğru yola koyulduk. Yol, bir süre sonra zeytinliklerin içinden geçen toprak yol oldu, iyice daraldı ve tırmanmaya başladık. İtiraf ediyorum bir ara korktum. “Bu ıssız yerde ne işimiz var bizim arabayla” dedim. Şelaleye ulaştığımızda ise tüm korkularım ve endişelerim bitti. Çocuklar gibi sevindik. Buz gibi suya ayaklarımızı soktuk. Bulunduğumuz noktadan şelalenin kendisini tüm olarak göremedik, ama sesini duyduk. Görebilmek için suya girmek, biraz ilerlemek ve yüzmek gerekiyor. Şelalenin ve çayın kenarı piknik alanı ve lokanta şeklinde düzenlenmiş. Sabah erken gittiğimiz için etrafta fazla insan yoktu. Sadece bu tesislerde çalışanlar ve bizim gibi birkaç turist vardı. Keşke dedim, burada hiç tesis olmasaydı, piknik masaları olmasaydı, araç yolu hiç açılmasaydı, doğal haliyle korunsaydı, sadece meraklı gezginler yürüyüşle ulaşabilseydi bu huzur dolu yere... 

 

 

Mıhlı Çayı ve gizli şelalesi

 

 

Geldiğimiz yoldan geri dönüp Başdeğirmen Köprüsü yoluna saptık. Mıhlı çayı’na ulaştığımızda arabadan indik ve çay boyunca yürüyerek köprüye ulaştık. Başdeğirmen Köprüsü, Roma döneminden kalma tarihi bir köprü. Köprüden hemen önce çayın sol tarafında restore edilmiş Rumlar’dan kalma tarihi değirmen binası yeralıyor. Alis Harikalar Diyarı’nda misali kah köprünün üstünde kah aşağıda, kah tarihi değirmen binasında dolaştık, bol bol fotoğraf çektik.

 

Başdeğirmen Köprüsü

 

Mıhlı Çayı’ndan ayrıldıktan sonra Kazdağı turumuz Tahtakuşlar ve Çamlıbel Köyü’ne doğru devam etti. Tahtakuşlar Köyü’nün girişinde yeralan Birleşmiş Milletler(BM) 1994 UNESCO Ödüllü Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi’ni ziyaret ettik. Beklentimizin çok ötesinde çok zengin bir galeriyle karşılaştık ve burada sergilenen herşey çok ilgimizi çekti. Galeride, Orta Asya’dan göç eden Türk boylarının çadırları, kıyafetleri ve eşyalarının yanısıra başka kültürlerden örnekler ve değişik sanat yapıtları da sergileniyor. Hiç boya kullanılmadan dokunmuş halılar ve kilimler çok ilgimizi çekti. Kullanılan yünler, değişik renklerdeki koyunlardan elde edilmiş. Hayran olduk, bakmaya doyamadık.

 

Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi'nde Türkmen Çadırı

 

 

Galerinin kurucusu Alibey Kudar’ın kendisiyle tanışamadık ama iki oğluyla tanışma ve sohbet etme şansımız oldu. Kendileri her ziyaretçiyle ilgileniyorlar, bilgiler veriyorlar. Burası, kesinlikle görülmesi gereken bir etnografya galerisi.

 

Galeride ayrıca bir de satış bölümü var. Burada çeşitli bitkisel ürünler, doğal malzemelerden yapılmış kolyeler, kitaplar, vb. hediyelik ürünler yeralıyor. Nazara karşı koruyan bir kolye, "Tatlılarda-Çay olarak sinirleri gevşetir-Fazla yağları atar" yazan etiketiyle dikkatimi çeken kurutulmuş kokulu bağ gülü, Kazdağı’nı anlatan Kazdağı Dünü-Bugünü (Sema-İskender Azatoğlu) ve araştırma niteliğinde olan Muatazmayinşatürta (M.Selim Kudar) adlı kitapları aldık. 

 

Tahtakuşlar Özel Etnografya Galerisi'nin Satış Bölümü

 

 Tahtakuşlar’dan sonra Kazdağı’nın eteklerinde zeytin denizi içinde ilerlemeye devam ettik ve Çamlıbel Köyü’ndeki İdaköy Çiftlik Evi’ni bulduk. Buranın sahibi İskender Bey’le tanıştık. Bizi evine davet etti. Salondaki masada oturup sohbet ettik. İskender Bey’in “Kazdağı Dünü-Bugünü” adlı kitabını Tahtakuşlar Etnografya Müzesi’nden almıştık, hemen çıkarıp kendisine imzalattım. 

 

İdaköy'den Edremit Körfezi manzarası

 

Çamlıbel köyünde görmek istediğim başka bir yer de Zeytinbağı’ydı. Zeytinbağı, özellikle lezzetli mutfağıyla bilinen bir butik otel. Burayı daha sonraki gezilerimize bıraktık ve fazla vakit kaybetmeden yolumuza devam ettik. Altınoluk, Akçay üzerinden Ören’e, oradan da Burhaniye’nin Öğretmenler ve İskele mahallelerine geçtik. Meşhur Ören Plajları’nda denize girmeyi çok istememize rağmen kalacak yer bulamayınca planımızı değiştirdik ve Ayvalık’a doğru gitmeye karar verdik.



Burhaniye’den ayrılmadan önce Taylıeli köyünü dolaştık. Buranın manzarası karşısında büyülendik. Arabamızı köy meydanına parkedip köyde kısa bir tur attık. Köy kahvesinde oturan amcalar dünyanın en güzel manzaralarından birine karşı çay içtiklerinin farkında mıydı bilmiyorum ama gayet rahat görünüyorlardı. Sanıyorum onlar bu manzarayı kanıksamış durumdalar. Bizim gibi denizsiz bir şehirde yaşayanların sevincini yadırgıyor olsalar gerek.

 

Taylıeli'nden Edremit Körfezi manzarası

 

Taylıeli’nden ayrıldıktan sonra yolumuz Karaağaç’a yaklaşırken kayınvalidemlerin eski komşusu Nuran Hanım ve Salih Bey’lere uğradık. Torunları da vardı. Hep birlikte denize gittik. Akşam kalmamız konusunda ısrar ettiler, kıramadık ve misafir olduk. Güzel bir akşam geçirdik. Lezzetli bir akşam yemeği ve hoş sohbetleriyle bizi çok güzel ağırladılar. Kanaviçeli ve dantelli perdeleriyle evin en güzel odasını bize verdiler. 

 

 

Denize Sıfır ve Kabak Çiçeği Dolması

 

Nefis bir kahvaltıdan sonra Ayvalık’a doğru yola çıktık. Salih Bey ve Nuran Hanım, Gömeç’ten geçerken yolun solundaki Atatürk Kayalıkları’nı kaçırmamamızı söylemişlerdi. Oradan geçerken pür dikkat kesildik, Atatürk Kayalıkları’nı gördük. Kayalıkların şekli gerçekten Atatürk’ün yüz silüetine benziyor.



Ayvalık’a varınca önce arabayla şehir merkezine girip kısa bir tur attık. Otopark sorununu görünce geri döndük, arabamızı şehrin girişinde uygun bir yere parkettik ve yürüyerek otel aramaya karar verdik. İnternet araştırmasında gördüğümüz Kaptan Otel’in denize sıfır ve merkezi bir konumda olması, asıl önemlisi de otoparkının olması nedeniyle ilk buraya yöneldik. Odalarını gördük ve 2 gece kalmaya karar verdik. Bize bir güzellik yaptılar, tamamen denize bakan odalardan birini verdiler.

 

Kaptan Otel'de balkonumuzdan manzara

 

Dönerken ana cadde üzerinde Çiğdem Abla’nın eczanesini gördük. Daha doğrusu eczanenin adından dolayı tahmin ettik, içeride onu görünce doğru tahmin ettiğimizi anladık. Çiğdem Abla, arkadaşımız Ekrem ve Esma’nın ablası. Tesadüf bu ya Esma ve eşi Ahmet de Ayvalık’taymış. Akşam, onların anne ve babası - Yıldız Teyze ve Fikret Amca’yı evlerinde ziyaret etmek üzere sözleştik. Öğleden sonra denize girmek için Sarımsaklı’ya gittik.



Akşam Yıldız Teyze ve Fikret Amca’nın misafiri olduk. Yıldız Teyze ve Esma’nın özenle hazırladığı yemekleri afiyetle yedik. Duyduğum ve tadını hep merak ettiğim kabak çiçeği dolmasını herhangi bir restoranda değil de Ayvalık’lı Yıldız Teyze’nin evinde yemek sanırım büyük bir şanstı bizim için. Ellerine sağlık Yıldız Teyze. Lorla yaptığı böreğin tadı da hala damağımızda. Nasıl yaptığını soracaktım, laf lafa karıştı, soramadım. Kısacası, güzel bir akşam geçirdik. 

 

 

Koruk Suyu ve Sakızlı Türk Kahvesi 

Sabah denize nazır bir kahvaltıdan sonra elimizde Ayvalık'ta küçük bir tur başlıklı internet çıktısıyla Ayvalık merkezdeki eski Rum evlerinin bulunduğu sokakları keşfettik. Burada anlatılan Palabahçe Sokak’taki kahve’de koruk suyu içtik. Nefisti. Kahvenin sahibiyle sohbet ettik. Bize kahvede asılı olan, sokağın eski halinin fotoğrafını göstedi. Şu an yarı yıkık durumda olan karşıdaki evin eski halinin ne kadar güzel olduğundan bahsetti. Elimizdeki yazıyı gördü, buradan okuyarak kendisini bulduğumuzu söyledik. Yazıda kahvesinden ve koruk suyundan bahsedildiğini okuyunca çok mutlu oldu ve bu yazının bir kopyasını istedi. Fotokopi çektirip getireceğimize söz verdik, o da teşekkür olarak birer koruk suyu ikram edeceğini söyledi. İkram edecek olması değil bunu düşünmüş olması bile çok ince bir davranış. İnsanımız ne kadar içten, ne kadar konuksever.

 

 

Turumuz Gazi İlköğretim Okulu’na kadar başarıyla devam etti. Sonrasında tarif edilen kahveyi de bulduğumuzu sanıyorum ama gerisini getiremedik. Karnımızın acıktığını farkedip Ayvalık tostu yemek üzere Tanşas’ın yanındaki büfelere gittik. İlk defa yediğimiz Ayvalık tostunu çok beğendik.

 

Hava çok sıcak olduğu için otelimize gidip biraz dinlenmeye karar verdik. Öğleden sonra tekneyle Cunda Adası’na gittik. Sahil boyunca gezdik, ara sokaklara daldık, eski Rum evlerinin ve butik otellerin arasında dolaştık. Taksiyarhis Kilisesi’nin oraya dek gittik.

 

Cunda Adası - Taş Kahve'de otururken

 

Deniz kenarında yeni yapılan gemileri gördük, ara sokaklarda hediyelik eşya satan tezgahların arasında dolaştık. Taş Köşe'de isli leblebi satıldığını duymuştum. Burayı buldum, isli leblebi istediğimi söyleyince “Girit leblebisi mi?” dediler. Daha önce yiyip yemediğimi sordular ve tadına bakmam için ikram ettiler. İsli leblebi diye aklımda kalan leblebi, Girit leblebisiymiş ve çok sert birşeymiş, hani sonradan aldığıma pişman olmayayım diye baştan söylüyorlar. Diş kıracak cinsten ama tadı çok hoşuma gittiği için birazcık aldım. Taş Kahve’de oturduk, sakızlı Türk Kahvesi içtik. Tabi ben üstüne bir bardak da çay içtim. Yoksa iki miydi? Taş Kahve’nin içinde de fotoğraflar çektik. Meşhur ada lokmasından yedik. Aykut bu lokma tatlısını çok beğendi.

 

 

Taş Kahve

 

Hafif yağmur atıştırmaya başladığını görünce akşam yemeğimizi Cunda’da değil de Ayvalık’ta yemeye karar verdik. İlk tekneye atlayıp Ayvalık’a döndük. Akşam yemeğimizi Denizkestanesi’nde yedik. Burası, kaldığımız otelin birkaç sokak otel ötesindeydi. Mezelerimiz lezzetliydi. Ben mezelerle doymayı planlamış ve balık istememiştim. Servisin yavaş olması nedeniyle ara sıcak papalina’mızı iptal ettik. Aykut’un balığı ise bayağı bir geç geldi.

 

 

Nefis Börekler ve Nefis Kurabiyeler

Ayvalık hakkında fikir sahibi olmak için 2 gece kalmamız yeterli oldu diye düşünerek Sarımsaklı’ya geçmeye karar verdik. “2 gece de Sarımsaklı’da kalalım, biraz dinlenelim, denize girelim çıkalım” istedik. Ayvalık'tan ayrılmadan söz verdiğimiz fotokopi işini hallettik. Fotokopiyi kahveci amcaya götürdük. Kendisi yoktu, kahvedeki birine bıraktık. Daha sonra da alışveriş yaptık. Deniz kenarında öğlen yemeği sefası için Börekçi Mustafa'nın nefis böreklerinden ve Yeni Güler Pastanesi'nin zeytinyağlı nefis kurabiyelerden tadımlık üç beş tane aldık. Ankara'ya götürmek üzere de Elvan Kuruyemiş ve Kurukahve'den kendi çektikleri ve sakız ilave ettikleri kahveden, halin içindeki peynirciden keçi peyniri, sepet peyniri ve yeşil zeytin aldık. Daha sonra aklımıza Kabakum’da bizi misafir edecek olan Hülya Abla geldi ve kendisine kahvaltılık zeytin götürmek istedik. Otelimize yakın bir mağazadan (Cömert) onun için de zeytin aldık. Alışveriş ve fotokopi bahanesiyle Ayvalık’tan ayrılmadan önce kısa bir Ayvalık turu daha atmış olduk.
 

 
Ayvalık limanı

 

Sarımsaklı'da bir gün önce gözümüze kestirdiğimiz apart otelde yer bulamadık. İşletmecisinin tavsiyesi üzerine başka bir motele gittik. Çok içimize sinmese de sıcakta kalacak yer arayıp durmak istemedik ve burada kalmaya karar verdik. Odamıza yerleştikten sonra denize gittik. Aykut’a göre deniz çok güzeldi, buz gibi su insanı ferahlatıyordu. Ben nedense o gün çok üşüdüm ve denize çok zor girebildim. Halbuki soğuk denizi severim. Belki de güzelim plajdaki sigara izmaritlerini gördükçe sinirlendiğim için denize bile girmek gelmedi içimden bilemiyorum. Biz ne zaman adam oluruz? diye geçirdim içimden... Çevremizi kirletmemeyi, doğal güzelliklerimizi korumayı öğrendiğimiz zaman. 

 

Akşam panayır alanına dönüşen sahil boyunca dolaştık. Sarımsaklı akşamları en az Altınoluk akşamları kadar çılgındı.

 

 

Sessiz Kraliçe ve Dik Antik Tiyatro


Kahvaltıdan sonra otelden ayrılmaya karar verdik. Bu kararı almamızda etkili olan; kahvaltının sessiz kraliçesi çaydı. “Bir çay bu kadar mı kötü yapılabilir?” dedi Aykut. Çayın bir suçu yok, iyi demleyemeyenler üstüne alınsın. Toparlanma ve yerleşme konusunda ustalaştığımız için hazırlanmamız çok kısa sürdü. Arabamıza atladık ve Kabakum’a doğru yola çıktık. Giderken Altınova’nın içine doğru yöneldik ve Altınova sokaklarında kısa bir tur attık. Denize ulaşamayınca yine anayola döndük ve Kabakum’a doğru yolumuza devam ettik. Kabakum’da kayınvalidemin arkadaşı Hülya Abla’nın evi var, akşam bizi misafir edecek. Kabakum'a geri dönmek üzere Bergama'ya doğru yolumuza devam ettik. 

 

Pergamon 

 

Bergama'ya geldiğimizde öncelikle Bergama Müzesi'ni gezdik. Daha sonra Pergamon Antik Şehri'ni, tuğlalardan yapıldığı için Kızıl Avlu olarak bilinen Mısır Tanrıları Tapınağı'nı ve sağlık merkezi Asklepion'u gezdik.

 


Kızıl Avlu

 

 

Asklepion 

 

 

 

 

Asklepion

 

 

Yemeğimizi ev yemekleri yapan Köyevi adlı şirin bir lokantada yedik. Bergama'nın tarihi güzellikleri görülmesi gereken yerler listesinde muhakkak yeralmalı. Özellikle Pergamon Antik Şehri ve bu şehrin dik antik tiyatrosu hafızalardan silinmeyecek güzellikte.

 


Pergamon - Antik Tiyatro

 

Bergama'dan sonra Kabakum’a geçtik. Hülya Abla bizi iki gece misafir etti. Hülya Apart Otel diyorum, Aykut düzeltiyor, otel değil butik otel. Tertemiz banyo ve tuvaletiyle Hülya Abla'nın evi bize ilaç gibi geldi. Akşam yemeği menümüz; salçalı makarna, cacık, mangalda köfte ve tavuk. Yemek sonrası da Ayvalık’tan aldığımız sakızlı Türk kahvesi. Hülya Abla sakızlı kahveyi beğendi.

 

Deniz ve Soğuk Çorba

Sabah kahvaltıdan sonra Dikili, Bademli, Yahşibey ve Denizköy’e doğru yola koyulduk. Bademli’de köyün içinden geçerek sahile ulaştık. Arabadan inmedik ve Denizköy yoluna doğru devam ettik. Denizköy’e doğru ilerlerken bir anda gitmekten vazgeçip geri döndük ve Bademli üzerinden Yahşibey’e uğrayıp Dikili’ye geri geldik. Dikili Halk Plajı’nda şemsiye ve şezlong kiralayıp denize girdik.

 

Akşamüstü Kabakum’a döndüğümüzde Hülya Abla’nın oğlu Arda gelmişti. Çay ve bisküvi ziyafeti çektik kendimize. Sonra da ben, Aykut ve Arda Kabakum’un deniz kenarı olan Polyak Sitesi’nin plajına gittik. Akşamüstü deniz çok güzeldi. Akşam yine mangal keyfi yaptık. Aykut mangal işinde giderek ustalaşıyor. Arda da ona yardım etti. Yardım mı etti yoksa ocakbaşı keyif mi yaptı? Tartışılır. Arda bizi çok eğlendirdi. :) Bu akşam mangalda sucuk da var. Nefis. Öncesinde de soğuk çorba. Eline sağlık Hülya Abla. Sizinle geçirdiğimiz keyifli Kabakum günlerini sevgiyle hatırlayacağız.

 

 

Odun Köftesi ve Cimcim Çeşmesi


Sabah kahvaltısından sonra Hülya Abla ve Arda’yla vedalaşıp yola çıktık. Kabakum’dan ayrılmadan önce Kabakum çıkışındaki Ak-Du satış mağazasına uğradık. Kahvaltıda yediğimiz ve çok beğendiğimiz keçi peynirinden ve tereyağından aldık. Her gittiğimiz yerden aldıklarımızla yükümüz giderek ağırlaşıyor.



Manisa merkezden geçerken trafik çok fena kilitlendi. Şehirden çıkınca rahatladık ve yolumuza devam ettik. Yol kenarında Spil Dağı’nı gördük. Burayı başka bir vakit gelip görmeli diye düşündük. Manisa’dan Salihli’ye doğru giderken yol kenarında başta üzüm olmak üzere meyve satıcılarının tezgahlarını gördük. Dayanamadık, bir tanesinden çekirdeksiz üzüm ve iri erik aldık. Hemen yiyebilmemiz için sağolsun satıcı bey meyvelerimizi yıkadı. Dalından yeni kopmuş meyvelerin tadı bir başkaydı. Hele eriğin tadı bambaşkaydı. Sanki erik değil bir nevi şeftali. Tadı, kokusu şimdiye dek yediğim eriklerden çok farklı ve çok lezzetliydi. Yemeye doyamadım. 


“Gezenin dokuz buçuk karnı olurmuş, dokuzu doyar buçuğu doymazmış.” derdi annem. Aykut’a “Acıktıysan Salihli’nin meşhur odun köftesinden yiyebiliriz” dedim. Aklımıza düştü bir kere, yemeden geçip gitmek olmaz. :) Yolüstündeki Değirmen Restoran’da köftemizi yedik. Aykut ilk defa odun köftesi yedi, benim ise ikinci yiyişim. Bol yağlı ve lezzetli bir köfteydi. Karnımızı doyurduktan sonra yeniden yola koyulduk. 


Uşak’ta, arkadaşımız Şefika’nın ailesi oturuyor. Uğrayıp hallerini hatırlarını soralım dedik. Aradık, müsaitlermiş, gelip bizi Uşak’ın girişinden aldılar. O gece kalmamız konusunda ısrar ettiler, kıramadık. Mehmet Amca ve Rabia teyze bizim şerefimize akşam terasta mangal yaptı. Nefisti. Sanırım yeme işini abarttık. Akşam geç vakit hem yürüyelim de yediklerimizi hazmedelim hem de Uşak’ı görelim diye Mehmet Amca ve Rabia Teyze’le yürüyüşe çıktık. Cimcim çeşmesi, Dönertaş, Burma Camii ve Ulu Camii civarını dolaştıktan sonra Atatürk ve Kurtuluş Anıtı'na dek yürüyüp bu anıtı da gördük ve daha sonra eve döndük. Çok keyifli bir akşam geçirdik. 

 

 

Bal-Kaymak ve Sucuklu Yumurta

İstikamet Ankara, yolumuz uzun. Sabah serinliğinde yola çıkalım diye erkenden yola koyulduk. Kahvaltımızı Afyon İkbal Tesisleri’nde yaptık. Benim isteğimle bal-kaymak, Aykut’un isteğiyle sucuklu yumurta, yanında da kahvaltılık peynir, zeytin ve domatesle mükellef bir kahvaltıydı. Sucuğumuzu, lokumumuzu alıp yola devam ettik. Kaç gündür konar göçer halde yaşadıktan sonra inanması zor olsa da akşamüstü Ankara’da evimizdeydik.   

 

Özdem Çelebioğlu




Tasarım: Studio Martin